Tüm Haberler

Dört Genç İdik Ayrı Dağda Tuttular Türküsünün Hikayesi

Dört Genç İdik Ayrı Dağda Tuttular Türküsünün Hikayesi

1683 İkinci Viyana yenilgisinden sonra Avrupa Devletleri Şark Meselesine hız verdi. Avusturya, Rusya, Lehistan ve Venedik ile 15 yıl uğraşan Osmanlı, topraklarına saldıran bu devletlerle bütün cephelerde savaşmak zorunda kaldı.

1850’li yıllarda arkası kesilmeyen savaşlar için bütün Anadolu’da olduğu gibi Kırşehir’de de yeni yetişen gençler hemen askere alınıyordu. Bölgedeki sözü geçer kişiler yöneticilerle işbirliği yaparak para verip askere gitmekten kurtuluyorlardı. Kırşehir köylerinden bir ağanın oğluna çıkan kurayı, babası ve kocası savaşlarda ölmüş bir dul kadının oğluna çıkmış gibi gösterip, dul kadının biricik oğlunu askere çağırmışlardı. Bunu duyan kadın hışımla ağanın konağına gelir, ağa ve yetkililere “dedesi sizin yerinize gitti gelmedi, babasını götürdünüz gelmedi. Sıra şimdi ocağın biricik oğluna mı geldi?” deyip beddua okuyup çaresiz evine dönmüştür. Yerine dul kadının oğlu gönderilen beyin oğlu, birkaç gün sonra konağın, üstüne çökmesiyle ölmüş, bunu duyan kadın oğluna yapılan haksızlığı şu mısralarla hicvetmiştir:

Bir od düştü ciğerimin başına
Imıl ımıl yanar söndüremedim
Bir bir ölmeyinen beyler biter mi
Koşana da yüce beyler koşana

Deli gönlüm farımıyor
Bir tek dikmem gelmeyince
Birer birer bey tükenmez
Koşam koşam ölmeyince

O günlerde Osmanlı idarecileri, at ve techizatları kendilerine temin ettirip gençleri askere almak ister. Dedeleri, babaları, amca, dayı ve kardeşlerinin savaşlara gidip geri dönmediğine daha fazla dayanamayan gençler buna karşı çıkarlar ve “Yeter artık bu kadar kırıldığımız. Düşman Anadolu’ya gelsin savaşalım. Elin Arab’ının, Bulgar’ının, Yunan’ının, Arnavut’unun memleketini korumak bize mi düştü?” deyip askere gitmeyi istemezler. Buna karşı padişah ferman yollar. Mucur yakınlarındaki Kırlangıç, Köpekli ve ayrı dağda toplanan gençleri müfrezeler yakalar, diğer vilayetlerde topladığı gençlerle birlikte yaya olarak İstanbul’a götürür. Dalakçı köyünden şimdiki soyadları (Köksal) olan Yılıh Mehmet de bu dört gencin içindedir. O günkü yaşadıklarını şöyle destan eder. Destanın bazı kıtaları Mucur, Küçük Köpekli köyünden Mustafa Kahraman’ın okuduğu kasetten alınmıştır.

Dört genç idik ayrı dağda tuttular
Zencire bağlayıp bühtan ettiler
Kırşehir’de bir gececik yattılar
İstanbul’a doğru gider yolumuz

Akçaağıl dediğin bir büyük köydür
Alt yanı ovalık üst yanı dağdır
Geç Karaburna’da bahçelik bağdır
Yüksekli’de yeni şişti kolumuz

Görünüyor Nevşehir’in bağları
Çözüldü tutmuyor dizimin bağları
Kalıyo gavum kardeş hısım çağları
Hacı Bektaş’tan aşar gelir yolumuz

Çıktım Nevşehir’den doğrulttum yolu
Size malum olsun Mucur’un halı
Verir zenginler malı kurtarır canı
Malya çölünden de geçer yolumuz

Keskin’e varınca tepeler dağlar
Yetim mi kaldı da körpe yavrular
Ankara’ya girdik gelinler ağlar
Bolu dağlarından aşar yolumuz

İstanbul şehrine askerler akar
Bindik vapura da kaptan yan bakar
Kimini hırpalar kimini yıkar
İstanbul’a dahil oldu yolumuz

İstanbul’dan çıktık bizler karaya
Üç beş süngülü zabit aldı araya
Mercan yokuşundan eski saraya
Aman Allah ne olacak halımız

Hepimizi isim isim yazdılar
Ayrı ayrı bir cepheye saldılar
Sırtımıza çantamızı sardılar
Siperlerde kalır m’ola ölümüz

Bir Cevap Yazın

Reklamlarla Destek Ol!